26 Ara 2008

Kısa Saçlar..

26 Ara 2008
Küçük iki kız vardı. Kuzenlerdi ama bu kelimenin anlamını bilmeyecek kadar küçüktüler.

Şehir de doğup büyüyen, erkek tipi kesilmiş saçları, üstüne yapışmış gibi duran jean pantolonu ile şehirli çocuk imajına yakışmayacak kadar hırpani, asi…

gözleri gibi kömür karası,uzun saçlarını savura savura yürürdü sözde köylü güzeli.. Doğduğundan beri hiç kesilmemişti saçları, özenle bakılmıştı her teli...hayatının sınırları doğup büyüdüğü köy kadar küçüktü ama hayallerinin sınırları saçları kadar uzun, gür..

Onu gören herkes, hatta kızlarla oynamayı kendine yakıştıramayacak kadar erkek gibi büyüyen kuzeni bile onu koruyup kollama isteğine engel olamazdı. Her an kırılabilecek, her an yaralanabilecek gibi bir duruşu vardı.. “Ne olur beni kıracak hiç bir şey söyleme” diyerek bakardı sanki gözleri…

Hastaydı.. Küçücük omuzlarının taşıyamayacağı kadar, ona yakıştırılamayacak kadar hastaydı.. Dışarı çıkamazlardı yorulacak diye. Şehirde yaşayan halasının yanına gelmişti tedavi için. Onun için büyük şehir dedikleri yer, hastane ile ev arası kadardı. Aç'tı her yeni bilgiye.. onun içindi belki de her gün hastaneye giderken yüzünü arabanın camına yapıştırıp, her anı zihnine kazıması..

“burada bizim köydekinden daha çok kişi geziyor, buraya onun için Büyükşehir diyorlar dimmii hala” diye sorması kazındı aklıma en çok.. birde gidişi..
Film izlerdik her akşam… tek kanallı dönem, televizyon yayınları sadece akşam saatlerinde.. her akşam mutlaka bir sinema filmi demekti bu. izlediğimiz filmlerden birinde çocuk ölmüştü son perde de.. Onun gibi upuzun simsiyah saçları vardı.. Belki onun için çok ağlamıştık ikimiz. Feryat figan etmiştik resmen. Annem almıştı kollarına ikimizi de (onun bizimle yaşadığı her an öyleydi, annemin kucağı hep iki kişilikti, neden bilmem ama onu hiç kıskanmadım) “bu, bir film çocuklar, bakın yarın yeniden göreceksiniz ölümüne üzüldüğünüz o çocuğu; o sadece şakacıktan öldü…”
Ölümün bu yorumu hoşumuza gitti.. bizim için gerçek artık buydu.. ölüm bir oyundu.. korkmamıza da gerek kalmamıştı artık, ikimizde birbirimizi üzecek oyunları oynamazdık ki..

Beraber büyüdüler.. hala çok küçüktüler ama birbirlerine çok şey öğrettiler.. Büyük şehrin hırpani, asi kızı etek giyiyor, saçlarını o tarasın diye uzatıyordu. O oyun arkadaşı seviyor diye, misket oynamayı öğreniyordu..

Sonra bir sabah uyanmadı..

Çok bekledi oyun arkadaşı, kalksın diye.. “Hadi artık dedi, yeter ama bak küsüyorum sana şimdi.. bir daha kalk demeyeceğim” dedi kaç kere. Sonra gerçekten küstü…

Bir kutuya koyduklarında gözyaşları içinde omuzlar üzerinde bilmediği bir yere götürürlerken bile bekledi. Hala kalkmıyordu, kandırdımm senii çığlığı da gelmedi tahta kutunun içinden, şen kahkahası da...

O kutudaydı biliyordu. Büyük büyük amcalar utanmıyor muydu kendisini üzmeye, onun şaka diye yaptığı bir oyuna inanmaya.. Sonunda pes etti.

Koştu, koştu... bir yandan da bağırıyordu.. yeter artık kalk hadi, şaka yaptığını söyle herkese.. ölüm oyundur unuttun mu? Sende o filmdekiler gibi öldün, kalkacaksın işte.. kalk dedim sana.. hadiiii alacaklar seni benden.. Sakın gitme bak keserim saçlarımı yine… kalkkkkkkkk!!!

Kalkmadı..
O sözünü tutmadı ama oyun arkadaşı tuttu.. saçları bir daha asla uzamadı..
 
Mantıklı Deli © 2008. Design by Pocket